4.23.2019

SAYHA




Placebo’nun Twenty Years şarkısı şöyle başlıyor: “There are twenty years to go / and twenty ways to know / who will wear / who will wear the hat.” Çok önem vermiyorum son iki dizeye. Ancak ilk ikisi, zamanın niceliğini dışarıda bıraktığımızda bambaşka bir hale bürünüyor, elbette şu anki duruşunu da tamamen çıkarmadan üzerinden. İnsanı diğer varlıklardan ayıran bir şeylerin olması gerekiyor; hayvanlardan ve bakterilerden ayıracak birtakım niteliklere sahipliği örneğin. Son zamanlarda komik gelen bir masal var bana: hayata yalnızca biyolojik bir olay olarak yaklaşma ve her şeyi bu yolla idrak edebileceğini sanma düşüncesi. Baştan yazayım, ki sonra garip karşılanmasın böyle düşünmem, az çok şekil verenlerden ikisi bu yazıya Hegel ve Heidegger’dir. Diğer varlıklara ek olarak kaygımız var, psikolojideki paranoyaklıktan farklı olan bir kaygı bu. Zaten onun hafifliği bahsettiğimiz kaygının evrenselliği ve büyüklüğü karşısında daha da küçük görünecektir herhangi birinin gözüne: benim gözüme mesela. Başka ne var bizde? ‘Akıl’ cevabı verilecektir: en genel cevap olarak. Yanlış da sayılmaz. Ona ek olarak bir şeyler daha var. İki tane diyeyim, sayılar önemli bu dondurma çağında, – dondurma derken bu kez ters anlamda, akışkanlığından değil de bu çağın, bir önceki sürece giderek, dondurulmasından bahsediyorum, – bir şeyleri dondurarak ve niceliksek olarak bilme çağında. Bunlardan biri zamansallık (temporality), diğeri de açıklık (openness). ‘Twenty years’ bana zamansallıktan başka bir şey anımsatmıyor, belki hala yirmilerinde olan biri olduğumdandır, İsmet Özel’in Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Resmin Arkasındaki Satırlar’da yazdığı gibi, “Acaba kim bilen doğrusunu? / Hatta ben / kıyı bucak kaçıran ben ruhumu / sanki ne anlıyorum?” Bunun gibi, ‘kim bilen doğrusunu?’ Yine de önemli olan o değil. İnsan da, ilk farktan bahsetmeye başlarsam, ki kuvvetle muhtemel yazı bunlardan tamamen bahsedemeden bitecek, sürekli olarak gelecek zamanında yaşayan bir canlıdır. Ne olduğu çok da önemli değildir onun için. Zaten böyleleri, yani ‘ne oldumcular’ sürekli yerilir. Yine de bu yerme doğrudan benim ifadelerimi destekleyecek bir konumda değil, çok daha paranoyak bir noktada.
Zamansallık insanı sürekli kendinin dışında tutar. Elbette bunu bazısı, nasıl yapıyorsa artık, benliğini pekiştirmek için kullanıyor. Genetiği ile oynanmış meyveler, yiyecekler var da insan olamaz mı? Pek mümkün. Cesur Yeni Dünya kapıda, üzülerek söylemeliyim ki. Hayvanda, insana en yakın cins olabileceğini düşündüğüm için ondan bahsediyorum artık yalnızca, zamansallık bulunmaz. Zamansallıktan kastım, zamanın kendisi değil elbette. Yani ‘hayvanlar aslında yaşamıyor’ gibi bir şeyden söz etmiyorum. Tam tersine, olan ne varsa yaşıyor, nasıl yasadığı burada önemli değil; belki tek bir tözün sıfatlarından veya kiplerinden biri olarak, belki de automaton ya da insan olarak. İnsanın hamlesi şimdiye dönük değildir, şimdiki kendinden nefretinin nedeni de budur herhalde. Sürekli mızmızlanır ve şikâyet eder. Başka çaresi var mı? Olacağı insanla şimdikinin aynı olduğu bir durumda yaşamasının daha fazla anlamı olabilir mi?
Fazla uzatmadan, ünlü zamane deyişiyle, ‘zamanım yok,’ ikinci farka geçmek istiyorum. Açıklık insanı diğer varlıklardan ayırır; ve evet, eğer tanrıdan bahsederken onun kendi içine kapalı apayrı bir bütün olduğunu düşünüyorsanız, ondan da ayırır, ne muazzam. Açıklık, olma imkânıdır. Zamansallık ile birlikte olabilir zaten açıklık, biri olmadığında diğeri de biraz anlamsız kalır. Olacağımız, istediğimiz kişi olmamıza her zaman niceliğini kestiremediğimiz kadar yıl var: üç, beş, yüz usw. etc. vs. Diğerlerinde bu açıklık bulunmaz. Trajik olmamız bundan. Diğer varlıklar tam anlamıyla kendine düşmüştür. Elbette, yukarıda da bahsettiğim gibi, insanlarda da var böyleleri, yani hayvanlığında yaşayanlar, kendisinin dışına çıkamayanlar. Uyarımı yapayım, kendi dışına çıkmak çok insan tanımakla ilgili değil.
Şu sonuca gidebiliriz artık hep birlikte: ‘twenty years to go’ zamansallık ile çağrışımda bulunuyor; ‘twenty years to know’ ise elbette açıklık ile.
Tüm bunları aklımıza kazıyarak Hegel’e dönelim biz. Şarkı nasıl en sonunda Hegel’e dönüyorsa: “You are the truth, not I.”
Özel nasıl bitiriyorsa şiirini: “Ne yapsam / döl saçan her rüzgârın / vebası bende kalacak / varsın bende biriksin / durgun suyun sayhası / yumuşatmayı bilen ateş / öğüt sahibi toprak / nasıl olsa geri verecek / benim kılıcımı.”