10.20.2014

HAR



-“Bazıları dönmedi.”
            Yağmur dışarıda, içinde bulunulan dışarıda... Parçalanmış insanlığının haysiyetinden. Örülen duvarlara ağıtlar yakılmış, geceler yaşanmış. Estetik değil de nedir, soluksuzluk anlarının sefil bölünürlüğü… Güzellikler tanımlanmamış mıdır? Tanımlanmasın. Çeviren kuvvet varlığını kurtaramasın. Oradan bir çıkış, bir kaçış, gidiş yolu olsa… Düzenli seyirden kaçmanın sekteye uğraması mefhumundan şüphe etmek ne mümkün! Meftun olan, yağmura direnmekten yorulmuş olabilir mi? Her yağmurun çevrilene, kapatılana yağdığı bir diyarda olmaktan muzdarip kılınmış. Ne yapılsa bu kapatılanın içinde gerçekleşmek bilmeyen, yine de kaybolmayan bir alamet gibi dönüp duran hüzün? Topraktan çıkmayan meçhul bir tohumun sınırlarında beliren kaygıdan uzakta olmayan bu hüzün… Kapatılanın sınırlarında gezen botların da sebeplerden biri olduğu; zor kullanılarak gülünç olana yöneltilmesi planlanan; kabul görmemiş; suspus olmuş; acıyla, ayrılıkla, hasretle, fırlatılmışlıkla yoğrulmuş bir hüzün silsilesi…
            Topraktan başladı: ağaç, kutsal, çoğulluk, değişkenlik, deniz, gökyüzü, yaşanan; ve yine topraktan başladı ki: işgal, kin, nefret, hınç, gayz, öç, gurbet, hüzün… Buradan bir adım atılamadı, herhangi bir tarafa. İklim değişmedi hiç. Aynı hep; olan, bulunan, endişesini damarlarında gizleyen, terk edilen, çevrilen, günden güne eriyen aynı. Her şeyin bir tarihi çıkarıldığı gibi bunun da tarihi süzüldü aheste. Aşırılıklar törpülendi; ‘geleceğe emin adımlarla yürüyen’ sınırlar demeti, avuçlarını isimsiz, anlamsız, koyu yazılmış metinlerle doldurdu: emirler masa boyundan.
            Dayatılan emir, istek, saplantı, ilhak, hasret, nitekim hüzün bir yerde… çöllere dönmüş toprak. Şimdi olmayanlar nerelere gittiler? Neyin yolunda gözden kayboldular? Evrak, dağı çöl edebilir, yakabilir, madun bir seviyeyi onun tepelerinden birinin ruh-i haletinde nüks ettirebilir; ama onu dümdüz bir ovaya çeviremez. Göğe doğru uzanan kollarını durduramaz, gökte yankılanan titreyişini dindiremez.
            Kapatılma: her nevi çevrilmenin son kıstası, tamamlayıcısı, bütünleyici gücü bir anlamda da; elbette kendisinin sürekliliğini garanti edecek bir umumiyeti de beraberinde getirecektir. Aynı zamanda bu, olayın yarattığı kırılmayı yok etmektir. Kırılma en anlamsız biçimini umumi hale getirilerek, olağanlaştırılarak edinir. Kapatılma durumunda ve konumunda filizlenen kırılmanın genelleştirilmesi, olası, sıradan olarak lanse edilmesi, olayın yarattığı değişme imkanının yok sayılması anlamına gelir. Olayın özerkliğini ve yeniye dair kıvılcımın bir parçası olması kanısını yok edecek olan körlük ancak ve ancak onun sağladığı hareket alanını görmemekle açığa çıkar. Olayın kurtarıcılığı, onun atmosferini paylaşanların değerlendirmesine kenetlenmiş, derinlemesine bir süreç olarak kendisini açığa çıkarır. Olay, yeni bir açıklık ve serbestî yaratmaktadır.
            Buna karşılık kapatılmanın yoğunluğu, fiziksel kuşatılma olarak, sürekli bir şekilde azalmaktadır. Nasıl ki cezalar iki yüzyıldan beri ağır bir şekilde bedeni esaret altına almak suretiyle uygulanmıyorsa, daha çok kişilik haklarını, ekonomik ve tinsel özerkliği boyunduruk altına almak durumundaysa; çevrilme de, fiziksel olarak verilen zararın işlevsel olarak algılandığı ilkel biçiminden uzaklaşmak koşuluyla, özerkliğe ve kendiliğe karşı yöneltilen bir tehdit olarak varlığını sürdürmektedir.* Burada, mümkün sınırlar dâhilinde, çevrilenin kendisiyle yüzleşmesi konusunda zorunluluk teşkil eden bir sorun ortaya çıkar. Söz konusu sorun, olayın ortaya çıkmasının ve en nihayetinde politikleşmesinin engellenmesine yönelik saldırının bir uzantısı olarak gerçekleşen yaklaşım farklılığının karşısında ne tür bir tavır alınacağıdır. Olayın toplumsallığının yarattığı alan çerçevesinde çözüm üretmenin imkansızlaştırılması, düğüm haline getirilmesi, tıkanması doğrudan bir atak olarak değil, bilakis, bir dolaylama süreci olarak belirir. Dolaylamanın dağıttığı, görevin bölünmesini içeren bu aşama içsel bir hesaba dönüşür. Öyle ki, edimin indirgendiği bu yönelme, kapatılanın gerek işlevsel gerekse içerik açısından boşaltılmasını sağlamak iddiası üzerine temellenir. Bu bir araçsızlaştırma, ötekinin ivmesini kaybetmesine neden olma atılımıdır aynı zamanda. Nasıl önüne geçilir bu bozulmanın? Bu araçsallaştırmayı engellemek, dolaysız kapatılmayı korumak, sürdürmek manasına geldiğinde bir anlam taşımaz. Bütüncül bir kalkışmanın dışındaki her hareket kendi alanını meşgul eder, parçalar. Dolayısıyla alanın çeviren tarafından eritilmeye çalışıldığı bir konumda, kalkışmayı sağlayacak hamleye yer açmak adına olayın kapatılan tarafından baştan tasarlanması gerekir. Bu yaratma cesareti, ‘olacağına giden, boğulmaya doğru yol alan’ olaylar silsilesinin belirlenimini kapatılanın ellerine teslim edecektir. Kapatılmanın ağırlığı üzerine düşünülebilir, ancak cesaret her zaman için olmak-olmamak uçlarından yalnızca birine mensuptur. Cesaret, dengesizliktir; kapatılanın da denge talimine ihtiyacı yoktur, kendini kapatan olarak tahayyül etmediği müddetçe.
                                                                                                          Baki Karakaya