2.20.2016

HİCR



Başlarını ellerinin arasına almışlar
o çoğul ve canavar ellerinin
düşünemeden bir anının yansımasız varlığını,
herhangi bir eylemi benimsemeden bir başkaca kapıyı çarpan.
bu olsa olsa bir ölümdür kesinliğe bulanıp gelen yakına
“şimdi çıkar”, diye tasarlarken,
“ne olduğu ortaya.”
büyüdükçe büyür
konuşmasız, yaşamasız bir gerçeklik karşılarında
ziyaretler; gelenler, gidenler
ve eriyenler
hepsi ama hepsi sıralanmış
ağrısız bir zaman aralığında.
güçlü ve yapıcı olduğu düşünülen bir anlatının sınırlılığı gibi
atması gibi birilerini yine bir yerlerden ırağa
sayılar, sıralar, uysallıklar çağından yana
ve elbet ona eklemlenmiş bir boşluğun icadına;
dışarıda kalmak kadar,
dışarıda olan da, böylece içerisinde bir endişenin,
hercâi.

“söylenecek olan, kendisinden feragat edilmiş olandır” dedim
bunu yansıtırken de uzaklaştım bir niteleme üzengisinden;
acısız, hissiz, sancısız, iradesiz, salt düşüncenin ellerine
yeni bir yanılsamaya doğru
hareketsizlik konumumuzu kazanmamızı sağlayan,
teslim olmaya giderken tüm silahları kuşandığımız yerdeki
hazin bir hikâyenin akışkan şeridinden.
kımıldamıyorum belki yerimden;
çürüklük gibi ağır, kesif bir değişmezlikteyim sanıyorlar
umut ediyorlar ki
kendimi orada konumlandırmış olayım,
gömlekler giyip evlerden çıkıyorlar
bir başka sokağa
bir başka caddeye
ve nihayet herhangi bir iskeleye ulaşıyorlar.
ben böylece
akışkanlık içerisinden durağan görünen
yine de bulanıklaşan bir resmi alıp duvarlarıma asmış oluyorum,
tekrar tekrar yapıyorum bunu;
ve bilip bilmemenin önemine olan inancımı
silkeliyorum üzerimdeki kırıntılarla aynı esnada.

“bir yokluk beliriyor,”
diye söyleniyorum içten içe
“alelade bir boşluğun, penceresini
bir yabancıya kapatamayışından hareketle.”
ayaklanıp bir sığlığın ortasına düşmek istediğimi seziyorum
ve düşünmüyorum bunu
ayrı bir kefede yaşamın dağılımından,
her nasılsa o duvarın dibinde buluyorum
hem onları, gelip geçen yaz sonlarını
hem de bir sürüncemenin uzlaşmaz halini, zannımca kendimi.
on yıllarca bekleyip mektup alamayanların
yağmurda dışarı çıkmayanların hüznü
sirayet ediyor bazı zaman kimi aralıklara;
çözülüyor tortu gibi birikmiş insan tanımlamaları,
devamlılık sağlamadan dağılıyor
öyle parçalanıyor ki yaratılmışlıklar
sürekliliği de bozguna uğratmış oluyor
beklenmeyen, tahmin edilemeyen
bir kahkahayla üstelik.

ve dönüp bir kez olsun bakmıyorum onlara,
nerelere ulaşmış yangınları
yahut ne kadar yakın duyumlarıma.
                                                                              Baki Karakaya