Çağımız insanın dünyayla anlam
ilişkilerini yitirme ve daha sonra da bu ilişkilerin aslında hiç var olmadığını
iddia etme çağı. Unutulan aslında zaten unutulduğu fark edilmeyendir; diğer
türlüsü bir nevi işlevsellik içinde kendini sürekli hatırlatır: “bu oyuna
katlanıyorum, ama burada olduğumu da en iyi sen biliyorsun.” Anlam ilişkileri
ise doğrudan unutuldu bu çağda. Mana verme ve manaya göre ahlaki bir tutum
edinmeden tut da… parçalanmışlığın ve bütünden mahrum olmanın bizi savurduğu
siniklik durumuna kadar. Hiçbir şeyi beğenmeyen ve hiçbir şeyden haz almayan,
her şeyde eleştirilecek bir nokta aramak dışında bir akıl faaliyetinden mahrum
olan varlıklara dönüştük. Yani akademinin çılgın eleştirel tutumu ve sürekli radikalliği
öne çıkarmaya çalışan çaresiz politikasının bir yansımasına dönüştü hayatımız. Bu
eleştirel tutumun bir anlam yaratabileceği düşünüldü bir süre; ancak tek
yarattığı kendi ardını toplamaktan aciz insan sürüleri oldu. Sürü derken…
eleştirel tutumun ısrarla dışında kaldığını iddia ettiği ‘kitle’ bile değil bu
yeni sürümüz. Suratından düşen bin parça olan insanların doldurduğu, tahammül
ve saygının bir forma indirgendiği, insana hürmet etmenin imkânsızlaştığı çağ
bu. Dünyanın bizim için oluşturduğu anlamı kaybettiğimiz için, belki buna ‘varlık
sorusu’ demek isteyen olabilir, hayhay, geldiğimiz noktada yalnızca kendine
kapanmış diğerinden bihaber küçük parçacıklardan başka bir şey değiliz. Dolayısıyla
her şey ama her şey forma indirgendi. Nesnelerden farklı olabileceğimizi, bir
anlam bağına sahip olabileceğimizi düşünmek imkânsız hale geldi. Buna karşı çıkılabilir,
üretilen ‘içeriklerden’ bahsedilebilir; buna karşı da şunu söylemek yerinde
olur: üretilen içerik aslında içeriğin kendisi değil, tersine içerik formudur
veya formla kaplanmış içerik aromalarından ibarettir. ‘Makinalaşmak’ isteyen
şairin ürettiği de içerik değildir, varyasyonları sanat diye yutturan post-modernin
ürettiği de. Bir çizimimizi yapmam gerekseydi şöyle bir şey çizerdim: yeteneklerimin
minimumun altında olduğunu biliyorum ama bu fikirle başlardım, hareketini ve dünyayla
olan anlam bağını yitirdikten sonra yalnızca dışarıdan bir elle beslenen ve, tek
işlevi vücuduna gireni dışarı atmakken, aynı zamanda, durmadan konuşan ve bir
şeyleri eleştirdiğini sanan, ancak bunun için de elinde herhangi bir anlam
dayanağı ve zemini bulunmayan; dolayısıyla yalnızca bir girişi ve bir çıkışı,
gözleri, saçları, burnu olan ve muhtemelen erişemeyeceği doğanın bir simgesini üzerinde
taşımaya özen gösteren karton bir kutu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder