Placebo’nun Twenty Years şarkısı
şöyle başlıyor: “There are twenty years to go / and twenty ways to know
/ who will wear / who will wear the hat.” Çok önem vermiyorum son iki dizeye. Ancak
ilk ikisi, zamanın niceliğini dışarıda bıraktığımızda bambaşka bir hale
bürünüyor, elbette şu anki duruşunu da tamamen çıkarmadan üzerinden. İnsanı
diğer varlıklardan ayıran bir şeylerin olması gerekiyor; hayvanlardan ve
bakterilerden ayıracak birtakım niteliklere sahipliği örneğin. Son zamanlarda
komik gelen bir masal var bana: hayata yalnızca biyolojik bir olay olarak yaklaşma
ve her şeyi bu yolla idrak edebileceğini sanma düşüncesi. Baştan yazayım, ki
sonra garip karşılanmasın böyle düşünmem, az çok şekil verenlerden ikisi bu
yazıya Hegel ve Heidegger’dir. Diğer varlıklara ek olarak kaygımız var,
psikolojideki paranoyaklıktan farklı olan bir kaygı bu. Zaten onun hafifliği bahsettiğimiz
kaygının evrenselliği ve büyüklüğü karşısında daha da küçük görünecektir
herhangi birinin gözüne: benim gözüme mesela. Başka ne var bizde? ‘Akıl’ cevabı
verilecektir: en genel cevap olarak. Yanlış da sayılmaz. Ona ek olarak bir
şeyler daha var. İki tane diyeyim, sayılar önemli bu dondurma çağında, – dondurma
derken bu kez ters anlamda, akışkanlığından değil de bu çağın, bir önceki
sürece giderek, dondurulmasından bahsediyorum, – bir şeyleri dondurarak ve niceliksek
olarak bilme çağında. Bunlardan biri zamansallık (temporality), diğeri de açıklık (openness). ‘Twenty years’ bana zamansallıktan başka bir şey
anımsatmıyor, belki hala yirmilerinde olan biri olduğumdandır, İsmet Özel’in
Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Resmin Arkasındaki Satırlar’da yazdığı gibi, “Acaba
kim bilen doğrusunu? / Hatta ben / kıyı bucak kaçıran ben ruhumu / sanki ne
anlıyorum?” Bunun gibi, ‘kim bilen doğrusunu?’ Yine de önemli olan o değil.
İnsan da, ilk farktan bahsetmeye başlarsam, ki kuvvetle muhtemel yazı bunlardan
tamamen bahsedemeden bitecek, sürekli olarak gelecek zamanında yaşayan bir
canlıdır. Ne olduğu çok da önemli değildir onun için. Zaten böyleleri, yani ‘ne
oldumcular’ sürekli yerilir. Yine de bu yerme doğrudan benim ifadelerimi
destekleyecek bir konumda değil, çok daha paranoyak bir noktada.
Zamansallık insanı sürekli kendinin
dışında tutar. Elbette bunu bazısı, nasıl yapıyorsa artık, benliğini
pekiştirmek için kullanıyor. Genetiği ile oynanmış meyveler, yiyecekler var da
insan olamaz mı? Pek mümkün. Cesur Yeni Dünya kapıda, üzülerek söylemeliyim ki.
Hayvanda, insana en yakın cins olabileceğini düşündüğüm için ondan bahsediyorum
artık yalnızca, zamansallık bulunmaz. Zamansallıktan kastım, zamanın kendisi
değil elbette. Yani ‘hayvanlar aslında yaşamıyor’ gibi bir şeyden söz
etmiyorum. Tam tersine, olan ne varsa yaşıyor, nasıl yasadığı burada önemli
değil; belki tek bir tözün sıfatlarından veya kiplerinden biri olarak, belki de
automaton ya da insan olarak. İnsanın hamlesi şimdiye dönük değildir, şimdiki
kendinden nefretinin nedeni de budur herhalde. Sürekli mızmızlanır ve şikâyet
eder. Başka çaresi var mı? Olacağı insanla şimdikinin aynı olduğu bir durumda
yaşamasının daha fazla anlamı olabilir mi?
Fazla uzatmadan, ünlü zamane deyişiyle,
‘zamanım yok,’ ikinci farka geçmek istiyorum. Açıklık insanı diğer varlıklardan
ayırır; ve evet, eğer tanrıdan bahsederken onun kendi içine kapalı apayrı bir
bütün olduğunu düşünüyorsanız, ondan da ayırır, ne muazzam. Açıklık, olma
imkânıdır. Zamansallık ile birlikte olabilir zaten açıklık, biri olmadığında diğeri
de biraz anlamsız kalır. Olacağımız, istediğimiz kişi olmamıza her zaman niceliğini
kestiremediğimiz kadar yıl var: üç, beş, yüz usw. etc. vs. Diğerlerinde bu
açıklık bulunmaz. Trajik olmamız bundan. Diğer varlıklar tam anlamıyla kendine
düşmüştür. Elbette, yukarıda da bahsettiğim gibi, insanlarda da var böyleleri,
yani hayvanlığında yaşayanlar, kendisinin dışına çıkamayanlar. Uyarımı yapayım,
kendi dışına çıkmak çok insan tanımakla ilgili değil.
Şu sonuca gidebiliriz artık hep
birlikte: ‘twenty years to go’ zamansallık ile çağrışımda bulunuyor; ‘twenty
years to know’ ise elbette açıklık ile.
Tüm bunları aklımıza kazıyarak Hegel’e
dönelim biz. Şarkı nasıl en sonunda Hegel’e dönüyorsa: “You are the truth, not I.”
Özel nasıl bitiriyorsa şiirini: “Ne
yapsam / döl saçan her rüzgârın / vebası bende kalacak / varsın bende biriksin
/ durgun suyun sayhası / yumuşatmayı bilen ateş / öğüt sahibi toprak / nasıl
olsa geri verecek / benim kılıcımı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder