İnsan
kendisiyle arasına mesafe koyabilmelidir. Bu mesafe ne onun varlığını eksiltir
ne de onu aşırı bir anlamlandırmayla göklere çıkarır. Ne olursa olsun insan, ki
bununla her eylemi bilinçli kılmak türünden bir yanılgıdan bahsedilemeyeceği
gibi bu türe ait ismi her hataya sığınak olarak kullanmaktan da kaçınmak
gerekir, hayatının anlamını mümkün olan en üst düzeyde kendini tanıyabilmekte
bulur. Bu tanımanın yolu kimi zaman sezmek -doğrudan kavramak anlamında-, bazı
zamansa deneyimlemek olarak düşünülür. Yine de sürekli olarak bir uçurumdan ve
kapanmaz bir boşluktan söz etmek mümkündür: insan daima tanrı ile hayvan
arasında gidip gelen, onların belirgin ve net varlığı ile zayıfça harmanlanmış
benliğini bir şekilde onlara tamamen uydurmak istencini hiçbir zaman
kaybetmeyen bir varlıktır. Durum bu ise ne söylenebilir? İnsanı arada kalmışlık
durumuna hapsolan bir varlık olarak tanımlamak ne kadar mümkün? Oldukça mümkün.
Bunun üzerine birçok şey de eklenebilir. Fakat iki önemli noktayı belirtmek
yeterli bu karalamada. İlki, insanın ancak kendinden çıkıp başkasını tanıyarak
kendini bilebileceği, elbette kendine dönmek şartıyla. İkincisi, değer yargısı
taşıyan sıfatların şeylerin özüne ilişkin olamayacağı. Kendisine mesafe
koyamayanlar hayvani kürklerini giyip tanrısal yıldırımlarını ellerine
aldıklarında gerçek bir canavara dönüşebilirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder