Olan bu
değil, biliyorsunuz. Ne kadar uzakta olduğunu düşünüyorsunuz gelmekte olanın? Bir
gün gelir mi? Yani yine siz bilirsiniz işte, değerli olanlarsınız. Bir varlığın
varlık olmaklığından çıkarılıp eritilene dönüştürülmesini bilirsiniz mesela. İddia
edilmez olur mu aksi; edilir. Yollarını bulmak lazım gelir sizce bir olanın tersine
döndürülme ritüeli öncesinde, onu asla sağlamayacak olan. Bir şeyler böyle
sürüklenirken… Siz, yüce insanlık, bir ‘şey’ değilsiniz; hiç olur musunuz siz
sıradan bir varlık. Bazısı biraz kendinden uzaklaştırılır tarafınızdan. Tarafınızdan
suların çekilmesinden, kendiliklerin arasına bir olumsuzlayıcı ve yalıtıcı
olarak taşların yerleştirilmesinden farksız olarak… O kadar çok dağsız taşsız
dünya oluşturulur ki; nereye gittiklerini düşünmek zaman almamasına rağmen.
Böylece
karanlıklar aydınlanırmış; aydınlanmakta olmaktan bıkmayan karanlıkların kendilerini
muhafaza ederek aydınlık denilen yansımaya süzülmesi neyi ifade eder? Gidildi
bir aydınlığa, siyah bir geceden ne olduğu bilinmeyen aydınlatılmış bir geceye.
Absürt bir ilerlemenin peydahlandığı bir muammaya... Öyle ki, ne kadar insan
insanlığından geçerse o kadar yeşillenecekmiş bacalar, içlerinde insafsız kurumlarla.
Doğulur, konuşulur, gidilir, ölünür sonunda bir yarın için. Yarını görmek için
yarından önce ölünür. Nasıl bir yarın olur o halde? Nasıl bir belirmekte olanın
belirsizliğidir bu? Zorunda olmanın gerektirdiği, getirdiği, dayattığı bir eksik
bitim mi? Günlerden, günlerin aldıklarından biraz daha fazlasını kaybetmek
zamanı mı? Her zaman böyle değil mi? Hayır, nedense bir arada bulunulmadığında
böyle değilmiş gibi davranılır hep. Farklı yerlerde olduklarında,
ölmediklerinde, içerisinde oldukları bedbaht hayat kimsenin dikkati için bir
celp özelliğine bürünmez, büründürülmez. Sanki absürt ilerlemenin çevirdiği,
kuşattığı, kendisine bakmaya zorladığı hayatı kabul etme ritüeli süreklilik arz
eden ve zorlayıcı bir mefhum olarak duruyormuş gibi karşısında ‘şey’ olmayanların
ya da metaların koşulladığı aşkınlığa içkin hale gelmiş olanların.
Öldürülürler.
İlerleyenlerin hırslarında kaybolan zayıflıklara dönüştürülürler. Kırmızı halılar
getirilir. Bilinir ki bu halılar bir şeylerin aktarımı içindir; bir yerden
tanımlanamaz bir biçimsizliğe, hakkında yorum yapılamayacak kadar bilinemez
olana. Ne kadar da kolay kanun haline getirilir yok olmanın titremelerle
başlayan kabusu. Yok, savrulanlar, ölümlerini kendilerinden uzaklaştırmak isteyemezler
elbet; buna ne kurallar müsaade eder, ne de uçsuz ve insan yiyen deliklerin
hükümranlığı olarak ilerleme şapkaları ve gelişme kravatları. Evet, içsel bir
güzel var olma tutkusudur kör edilen, tüm bu kapatılmışlıklara maruz bırakılan.
Ancak hiç önemli değildir, yeter ki bazısının yedi sülalesinin de hayat
standartları saplantılı şehirlilik, sonsuz ilerleme alanından aşağı düşmesin. İnşa
edilenin üzerinde, diğer insanların üzerinde yükselen güruhun talepleri
mütemadiyen karşılansın. Kırmızı halılar kendilerine olan ihtiyaç bitince diğer
kurbanlar için bekletilirler. Biraz irdelenirse anlaşılacaktır ki, meğer
olanlar yüzyıllık lanetin saçaklarındaki yıkıcı olumsuzlamanın sonuçlarıymış. Anlamayacaklardır,
müdahale edilen yitirileni alan değil, yitirilene denk olandır. Kravatlı
kırmızı halılar götürürler onları, ancak yalnız değillerdir yolculuklarında. Kravatlı
kırmızı halılarla beraber Clytemnestra da onlarladır. Bizzat suçu işleyen, suç
olarak algılanmasa da, götürür onları; toprağa karıştırır. Bilmeyenler, yitirmenin
bu çeşidiyle yüzleşmemişler, nefesini cebinden alanlar… ve elbet ilerleme
adımlarıyla yaşayıp yitirileni desteklediğini ifade edenler… bilirsiniz ki görülür
sonunda yitirilenin toprağın içine halılar tarafından olduğu kadar Clytemnestra
tarafından da atıldığı; failin çoğulluğu.
Baki
Karakaya
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder