Düalizm
problemdir, bilinç değil.
David
Papineau
Çev.
Baki Karakaya
Sözde “zor problemi” asla bir problem olarak görmedim.
Terimi üreten David Chalmers’a göre “zor problemin” bizim bilinç
fikrimizin gerçek dünyada neye göndermede bulunduğunu açıklığa kavuşturma
problemi olması gerekir. Bariz cevap ise şudur: Bilinç fikrimiz bir şey gibi
hisseden beyin süreçlerine göndermede bulunur. Bu konuda bu kadar zor olan
nedir?
Birçok insanın bir problem varmış hissine kapılmasının
tek sebebi şudur: Düalist terimlerle düşünmeyi durduramamak. Bu insanlarda
beynin bir şey, bilinçli hislerin ise ekstra bir şey, bir nevi beynin fiziksel yapısının
üstünde yüzen ürkütücü kuvvet alanı olduğuna dair güçlü bir sezgi/görü [intuition]
vardır. Bu yüzden tabii ki bir probleme, aslında problem yığınına sahiptirler.
Peki beynin hangi özel yeteneği onun bu ekstra hisleri
üretmesine izin verir? Neden diğer türlü hisler yerine bu türden hisler üretir
beyin? Hatta neden beyin herhangi bir hissi üretir?
Ludwig Wittgenstein’a göre tüm felsefi problemler
kavramsal karışıklıktan kaynaklanır. Ona göre felsefenin amacı “sineğe sinek
şişesinden çıkışın yolunu göstermekten” ibarettir. Ben bunu genel olarak
felsefenin cesaretini kırıcı bir görüş olarak kabul ediyorum. Bilince gelince,
Wittgentein’ın kesinlikle haklı olduğunu ifade edebilirim. Şeyleri yalnızca düalist
bir görünüş aracılığıyla görmeyi durdurabilirsek bilincin üzerinde kafa
patlatılacak bir şey olduğunu düşünmeyi de bırakabiliriz.
Kesin beyin durumları onlara sahip olan bireyler için
bir şey gibidir. Bunda bu kadar kafa karıştırıcı olan nedir? Bunları nasıl hissetmeyi
beklerdiniz? Hiçbir şey gibi mi? Neden? Siz bunlara sahip olduğunuzda onların
nasıl hissettiği böyledir.
Bu düalist görülerin pençesinde kaldığımız sürece yalnızca
şunu düşünebiliriz: Bilinç, kendini belirli fiziksel süreçlere eklemleyen bazı gizemli
ışıklara sahiptir. Daha sonra bu ışıkları ortaya çıkaranın ne olduğunu ve
doğada nerede bulunabileceğini merak ederiz. Fakat gerçeklikte böyle bir ışık
yoktur. Yalnızca tamamı zekaya sahip akıl yürütme sistemlerinde rol oynayarak
bilinçli hale gelebilecek potansiyele sahip olan fiziksel süreçler vardır.
Bilinç, ekstra parlayan bazı ışıklara değil, yalnızca öznelerin
suduruna bağlıdır. Bu özneler davranışlarına yol göstermek için içsel nöral
süreçleri kullanırlar ve kendilerini dünyanın geri kalanından ayırırlar. Bir kez
bu nöral süreçler özneler için hazır bulunduğunda, artık onlar bu
özneler için bir şey gibi olurlar. Bunun bazı ekstra ışıklar içerdiğini sanmak
spesifik bir parıltıyı teşhir ederek kameraları cezbeden televizyonda
yayınlanmış olayları düşünmeye benzer. Hakikatte, tabii ki, bunlar yalnızca
kameralar tarafından kendisine işaret edilen sıradan olaylardan ibarettir. Bilinç
durumlarında da böyledir. Bunlar akıl yürütme sistemleri tarafından yürütülen
sıradan fiziksel durumlardır.
Eğer haklıysam ve sözde “zor problem” yalnızca gayrimeşru
düalist görülerin bir yan ürünüyse, bir sonraki soru şudur: Neden hepimize – benim
gibi yünde boyanmış materyalistleri de dışarıda bırakmıyorum – bu görüleri üzerimizden
silkip atmak zor geliyor? Bu çok iyi bir soru ve birkaç gelişimsel psikolog ve
bilişsel antropolog zaten bu konuda halihazırda bazı ilginç öneriler getirmiş
olsalar da şu ana kadar aldığından daha fazla dikkati hak ediyor.
Bu hususta, David Chalmers’ın bizzat kendisinin “zor
problemle” ilgilenmeyi bırakması kayda değerdir. Bu bakımdan, odağımızı Chalmers’ın
adlandırdığı şekliyle “bilincin meta-problemine” kaydırmamız teşvik edilir. Bilincin
meta-problemi, neden bunca insanın sezgisel olarak bilincin fiziksel alanı aştığına
yönelik bir hisse kapıldığı şeklindeki sosyo-psikolojik bir soru olarak açığa
çıkar. Elbette. Eğer “zor problemi” unutursak ve bunun yerine doğru soruları
sormaya başlarsak bilinç üzerinde çok daha iyi bir çalışma kaydedebiliriz.