Peter
Adamson
[Çev.
Baki Karakaya]
İslam
dünyasının filozofları düşünce deneylerinden keyif aldılar. Gökler yok
olduğunda zamanın geçmeye devam edip etmeyeceğini merak ettiler. Varoluş özden ayrıysa
bu varoluşun var olmasını zorunlu kılar mı? Tanrı ev hizmetçinizi bir ata
dönüştürebilir mi ve eve geri döndüğünüzde onu tüm kitaplarınızın üstüne
pislemiş halde bulabilir misiniz?
Ancak bu düşünce deneylerinin en
ünlüsü İslam dünyasının en etkili filozofu olan İbn Sina (ing. Avicenna
– MS 980-1037 yılları arasında yaşamıştır) tarafından üretilmiş sözde “uçan
adam” deneyidir. Şunu söyler İbn Sina: Tanrı tarafından havada yaratılan bir
kişiyi tahayyül edin; bu kişi iyi durumdadır ama aynı zamanda görüşü kapalıdır
ve kol ve bacakları gerilmiştir, yani hiçbir şeye ve hatta kendi vücuduna dahi
dokunamaz. Bu kişinin hafızası da yoktur; henüz yalnızca yaratılmıştır. Bu
durumda bu kişinin zihni boş mudur? Kendi olarak geçmişteki ve şimdiki duyusal
deneyimden mahrum mudur? İbn Sina buna “Hayır,” der. Bu kişi kendi varoluşunun
ayırdındadır.
Buradan doğrudan doğruya üç soru
ortaya çıkar. İlki, Douglas Adams – Otostopçunun Galaksi Rehberi (1978) isimli
kitabın yazarı – yabancı bir gezegenin üzerindeki havada varoluşa gelen bir köpekbalığını
hayal ettiğinde İbn Sina mı okuyordu? Bu konuda bir fikrim yok; ancak öyle
olabileceğini düşünmek isterim.
İkinci soru ise şudur: İbn Sina bu
“uçan adam”ın kendinin ayırdında olduğu iddiasında haklı mıdır? Şunu anlamak önemli
ki İbn Sina uçan adamın kendisinin var olduğunu bilip bilmediğini tartışmak
gibi bir teşebbüste bulunmaz; daha ziyade, bunun bariz olduğunu düşünür.
Aslında, bunun zaten İbn Sina’nın felsefesinde temel bir fikir olduğu ortaya
çıkar. İbn Sina’ya göre hepimiz kendimizin farkındayız: Uykudayken veya
kendimiz dışında bir şeye yoğun bir şekilde odaklanmışken bile. Çoğu zaman,
paradoksal bir şekilde, kendimizin farkında olduğumuzun farkında değiliz. Bu,
insan psikolojisinin kesintiye uğramayan arka plan müziğidir; bir şeyin farkına
yalnızca dikkatimiz ona çekildiğinde varırız: Kendiliğin odaklanma öncesi
farkındalığı (pre-reflective awareness). Uçan adam düşünce deneyi tam da
bu kendilik-bilincine dikkat çekmenin bir yoludur. İbn Sina bunu bir şeye
“işaret eden” anlamında tanbīh olarak
adlandırır.
Kendilik-bilincimiz şeyler üzerine
birinci kişi bakış açımız için bir kurulumdur. Bir şeyi gördüğümde, hayal
ettiğimde veya düşündüğümde, o şeyi gördüğümü, o şeyi hayal ettiğimi veya
düşündüğümü doğrudan bir şekilde kavrayabilirim. Kendilik-bilinci tam da bunun
işaretidir. Herhangi bir başka biliş formu – diğer şeylerin farkındalığı –
kendilik bilincine dayanır ve bunu varsayar.
Yeri gelmişken, şöyle bir itirazda
bulunabilirsiniz: uçan adam görme, işitme vb. eksikliklerine rağmen bedensel
farkındalığın belirli formlarına sahiptir. Uçan adam bir başka algılama formuyla,
yani iç-algıyla, en azından kollarının ve bacaklarının yerini duyumsayamaz mı?
Tamamen karanlıkta olduğunuzu ve kollarınızın hiçbir şeye dayanmadığını hayal
edin: iç-algı kollarınızın nerede olduğunu size söyleyen duyudur. Aslında bu,
İbn Sina’nın kurduğu düşünce deneyinde bir problemdir; ancak felsefi olarak
belirleyici değildir. Yani biri yalnızca Tanrı’nın bu adamdaki iç-algı kullanma
yeteneğini engellemesi veya bu adamın iç-algı fakültesinin kusurlu olması
durumlarından herhangi birini kullanarak senaryoyu değiştirebilir. Bu durumda
İbn Sina’nın savı şu olurdu: bu koşullar altında dahi uçan adam kendisinin
farkındadır.
Üçüncü ve en zor soru şudur: Uçan
adam düşünce deneyini ispatlayan nedir? İbn Sina şaşırtıcı bir sonuca varır: Bu
sonuç bizim bedenimizle ayrımsız veya özdeş [identical] olmadığımızı
gösterir. Bir düşünelim. Uçan adam kendinin farkındadır; var olduğunu bilir.
Ancak bedeninin farkında değildir; ne bedeninin ne de herhangi bir bedenin var
olduğunu bilir. Bir şeyin farkındayken diğerinin değilsem bu iki şey nasıl
özdeş olabilir ki?
Bir şey hakkındaki her şeyin
bilincinde olmadan da o bir şeyin bilincinde olabileceğimizi düşünene kadar bu
argüman ikna edici gelir kulağa. Örneğin geçen birkaç dakikadır bu yazıyı
okuduğunuzun farkındasınız; ancak Dixieland Jazz Band çalıyorken yazılan bir
yazıyı okuduğunuzun farkında değilsiniz. Dolayısıyla buradan, bu yazının
Dixieland Jazz Band çalıyorken yazılmadığı sonucunu çıkarmak yanlış olacaktır.
Aslında tam olarak böyle. Başka bir şekilde söylersek, uçan adam kendisinin bir
beden olduğunu idrak etmeksizin kendinin farkında olabilir. Çağdaş filozoflar
bu konuda İbn Sina’nın hatalı bir şekilde “şeffaf” bir bağlamdan “anlaşılmaz”
bir bağlama doğru gittiğini söyleyecektir. Bu da temel olarak benim halihazırda
söylediğim şeyin süslü bir biçimidir.
İbn Sina’yı bu hatadan kurtarmak
için çeşitli çabalar sarf edilegelmiştir. Bu argümanı kurtarmanın bir yolu da
şudur: İbn Sina, bu argümanla ruh hakkında Aristoteles’e kadar geri giden bir
başka düşünüş tarzını eleştirmeye çalışır. İbn Sina’nın reddettiği bu görüşe
göre ruh bedenle yakından ilişkilidir. Bu bakımdan ruh bedenin yalnızca bir
tarafı [aspect] veya düzenleyici
ilkesi olarak anlaşılabilir. Aristoteles bu ruhu bedenin “formu” olarak ele
alır. İbn Sina’nın düşünce deneyi de bu fikrin yanlış olduğunu göstermek için
tasarlanmıştır. Bu argüman, bedensel duyulardan bağımsız olarak ruha erişimimizi
sağlayacak olan araca, yani kendilik bilincine, sahip olduğumuza dikkat çekerek
bunu yapar.
Bu nasıl Aristoteles’i çürütebilir
ki? Uçan adamın neden bedeninin farkında olmadığını tekrar düşünelim. Çünkü
uçan adam mevcut durumda duyularını kullanmıyor ve hiçbir zaman da kullanmamış.
Bu adamın varoluşa henüz yeni geldiğini hatırlayalım. İbn Sina duyu algısının
herhangi bir bedenin farkına varmış olmak için yegâne yol olduğunu öne
sürer. Eğer bu doğruysa, uçan adamın duyu algısı olmaksızın kavradığı herhangi
bir şey ne bedendir ne de maddedir. Çünkü o ruhunu duyu algısını kullanmadan
kavrar ve ruhu da bu bakımdan beden değildir.
Bu okumada, İbn Sina kendisine
bedenlerin yalnızca duyular tarafından keşfedilebileceği şeklindeki büyük bir
varsayımla yardımda bulunur. Onları görebilir, duyabilir, tadabilir,
koklayabilir veya onlara dokunabilirsiniz; ancak diğer türlü onların var
olduğunu bile bilemezsiniz. Aristoteles için ruh bedenin bir formu olduğundan,
bedeni deneyimleyemezseniz, ona göre ruha da erişiminiz olmayacaktır. Hal böyle
iken İbn Sina, uçan adamın kendi ruhuna erişime sahip olacağını iddia eder.
İbn Sina’nın söz konusu düşünce
deneyini oluştururken aklında olan şeyin, en azından bir dereceye kadar, bu
olduğundan şüpheliyim. Ancak bu ikna olduğum anlamına gelmiyor. İbn Sina’nın
tüm yaptığı materyalist karşıtlarına bir meydan okumadır: Bir bedenin duyuları
kullanmaksızın nasıl kendisinin farkına varabileceğini gösterin bana.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder